19 Ocak 2011 Çarşamba


Biraz önce şirketteki sigara içilen odaya gittim, sessizce ağladım. 4 yıl önce bugünü hatırladım. Başka bir şirkette bilgisayarımın başında iş yapmaya çalışıyordum. İnternette Hrant’ın öldürüldüğünü öğrendim. Apar topar aşağıya, televizyonun olduğu mutfağa indim. Ardımdan patron da geldi, “Öldürmüşler değil mi adamı” dedi. “Adamı” diyordu. Adam gibi bir adamdı Hrant Dink. “Allah belasını versin bu ülkenin” dedim, “Ben oğlumu nasıl büyüteceğim bu ülkede” dedi patron… birkaç saat sonra Hrant’ın öldürüldüğü, katledildiği yerdeydik…

Hrant’ın öldürüldüğü günden iki ay sonra çocuğumun doğacağı haberini aldım. “Ben o çocuğu nasıl büyütecektim bu ülkede.”

Sabah kızımı hazırlayıp okuluna götürürken Hrant’ın öldürüldüğü, katledildiği yerin önünden geçtik, kızımın bir şeyden haberi yok, ona daha söylemedim. “Kızım bak bu ülkede milliyetçiler var, bunlar ırkçı, ırkı yüzünden birilerini öldürüyorlar.” demedim henüz. Yaklaşık 3 sene sonra okula başlayacak kızım. Bir devlet okulunda sabahları “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek ant içerek başlayacak günlerine…

İşte ben o zaman anlatacağım kızıma Hrant’ın öldürüldüğünü, katledildiğini, bu ülkeyi neden sevmediğimi, sevmediğimi ama terk etmeyeceğimi…

Birazdan gene sigara içilen odaya gideceğim, usul usul ağlayacağım… Kızıma bugünü anlatırken hangi kelimeleri seçmem gerektiğini düşüneceğim. Seçeceğim kelimeler arasında şunların olacağını çok iyi biliyorum. Milliyetçilik ve ırkçılık…