6 Ekim 2011 Perşembe

Ölümlere Üzülme Skalası

Solcu arkadaşlardan rica ettik, twitter’dan @cheja da çok destek verdi. Sağ olsunlar üşenmeyip hazırlamışlar. Biraz önce ajanslara elden gönderdiler. İşte Dünya Solcular Birliği İstanbul Şubesi’nin gönderdiği, ölümlere üzülüp üzülemeyeceğimize dair belge.
Virgülüne dokunmadan fotoğrafını yayınlıyorum…
Gördüğünüz üzere bundan sonra bu belgeye (andaç) göre üzüleceğiz. Öyle herkesin arkasından boşuna üzülmeyin lütfen. 8. maddeye (Geçici 5. Madde ile alakası yok) dikkat; her an üzülmemiz gereken daha mühim kişiler çıkabilir ortaya…

20 dakikanızı falan ayırıp şu bloğa bir göz atın lütfen. Sosyalizm hakkında ne düşündüğümü görürsünüz orada. Hem sizin okuduğunuz Lenin gibi yazamıyorum daha. Hakikaten 20 dakikada okuyabilirsiniz. Yani diyeceğim şudur ki; Çin’de olumsuz koşullarda çalışan çocuklar için ben de hakikaten üzülüyorum. Ama ben Vietnam’daki çocuklara da üzülüyorum, Bağcılar’da oturan fakir aileye de üzülüyorum.

Bu konuda söylenecek ilk şey şudur: Bir “CANLI”nın canını kaybetmiş olmasına kelimenin en basit anlamıyla üzülmemiz gerekir. Konu yitirilmiş bir candır ve öldükten sonra ne olduğumuza dair elimizde henüz kesin bir veri yok. O canlının artık bir yerlerde olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla artık var olmadığına ve olmayacağına sevinmek canliktir.

İkinci şey ise: eğer bir gün ölümden sonra ne olduğumuza dair bazı cevaplar alabilirsek bunun bilimsel yöntemlerle olacağına eminim. Belki hadron çarpıştırıcısında olmaz ama karanlık madde araştırmaları konuya açıklık getirebilir, kim bilir! Ama bilmemiz gereken en büyük gerçek şu ki o bilim insanları büyük ihtimalle Macintosh ortamında çalışıyorlar. Ölümden sonrasının sırrını çözdüğünde Norveç’teki bilim insanı arkadaşına da Iphone’undan arayarak haber verecek:
“Johansen, ölümden sonrasının sırrını çözdüm. Bir olay yokmuş. Pof olup uçuyormuşuz. Mail attım sana ayrıntıları. Şimdi angry birds oynayacağım.”

Tabi ki o zamana kadar Iphone 5 çıkar ama biz Çılgın Türkler “Iphone 5’de almaya değer bir şey bulamadım bu yüzden Iphone 8’i bekleyeceğim” diyeceğiz. Elbette öyle çünkü biz süper akıllı ve zeki bir toplumuz.
Yarın Bill Gates ölünce onun da arkasından konuşacağız. Zaten PC çok kötüydü, Windows tekelciydi, kapalı kaynak ne kadar kötü bir şey biliyor musunuz, hepimizin anasını bilmem ne yapıyor. “PC SUCKS” diyeceğiz. Zaten Linux süper, mac işlemcisi en asil duyguların işlemcisidir.

Arkadaşları tanımayanlar bunların füze simulasyonu yazdığını, genetik kodlama yaptığını, CGI efektleriyle uğraştığını zanneder. En nihayetinde yaptığı en karışık olay twitter’a fotoğraf koyarken, fotoğrafta çıkmasını istemediği koltuk desenini croplamak olan bu arkadaş konu kapalı kaynak koduna geldiğinde ortamların en büyük fırtınalarını estirir. “Neden bütün virüsler Windows için yazılıyor zannediyorsunuz?”

ABD’de yaşayan ve orada animasyon yapan bir çocukla konuşuyorum geçenlerde bana dedi ki; “Hocam tabi yer geliyor ve kullandığımız mac yetmeyebiliyor, biz de yazılımcı ve donanımcı arkadaşlarla toplanıp bazı eklemeler yapıyor, kendi yazılımımızı yaratıyoruz. En nihayetinde kullandığımız süre de bir saniyelik bir sekans için.”

Eğer bu çocuk bana “PC Sucks” derse , “Peki abi böyle diyorsan böyledir.” Derim ama yine PC’min başına geçerim, yapacak bir şey yok. Iphone’umdan da twit falan atarım; “Beyler PC SUCKS” diye.
Sapla samanı karıştırmadan adamın dünyaya kattığı kimi teknolojiye hayran kalarak, zavallının hain bir hastalık yüzünden artık hiçbir şey yapamayacağına üzüleceğimize “Çin’deki çocuklar” argümanıyla heykellerin önünde bağırmamız bizim aymazlığımızdan başka bir şey olamaz.
Steve Jobs’u şöyle hayal edebiliyorum mesela.

Yönetim kurulu toplantısı/Apple Building/California/İç mekan/fonda müzik/Steve ve yönetim kurulu üyeleri, bir de çaycı:
Steve: Arkadaşlar Iphone diye bir şey buldum, çılgın atacağız, parayı bundan sonra satırla doğrayacağız haberiniz olsun.
Micheal (icra kurulu başkanı): C’mon dude, nasıl olacak o iş?
Steve: Oğlum çok ilginç bir şey. İnsanlara asla okumayacağı şeyler sunacağız, her şeyi accept edip bir sürü şey satın alacaklar. Böyle parmaklarıyla fırt fırt diye.
Aaron (Yönetim Kurulu Asil Üyesi, ayrıca Yahudi bu piç): Üretimi pahalı olmasın.
Steve: Onu da düşündüm Yahudi adam. Tabi ki Çin’de üretim yapacağız. Sabah akşam çocuk kırbaçlayacağız tamam mı? Ama senin güzel hatırına araya birkaç Alman sarı pipi de serpiştiririz.
Micheal: Tamam benden oluru aldın. Adı ne olacak aletin.
Steve: İphone. Direkt 3’ten başlayalım sonra 4 ve 5’i çıkarırız. Ama 5’ten önce 4S çıkartırız. Türkiye diye bir yer var, orada ki insanları şimdiden hayal edebiliyorum, delirirler vallahi. Oğlum acayip eğleneceğiz.

Arkadaşım iki sene önce telefonunun T9 sözlüğü açık kalınca mesaj atamıyordun, şimdi elinde Iphone, Samsung, Blackberry gibi aletlerle kızların facebook fotoğraflarını “like” ediyorsun. Twitter’da tanıştığın kızları “şöyle ettim böyle ettim” diye anlatıyorsun kahvede.

Sen devrim hayallerini twitter’dan paylaşıyorsun, “şurada buluşup yürüyor muyuz?” diye soru soruyorsun, adamlar orta doğunun kaderini Iphone Blacberry gibi aletlerle çizmeye çalışıyor, 100.000’lerce insan ölüyor bu uğurda, oturduğun yerde “Steve Piçine üzüleceğinize…” diye twit atıyorsun…

Yavşak olmanın alemi yok. Her şeye üzülemiyor musun, illa cani olman mı lazım. Solcu falan değilsin, fazla konuşma…

Not: Bu acılı günümüzde, Apple’in gelişimine, bence, Steve Jobs’tan daha fazla katkı sağladığına inandığım Douglas Noel Adams’ı da analım. Ölümden sonra bir yerde buluştularsa ne çılgın bir teknolojisi olacak oranın hayal bile edemiyorum. Ama onlar burada da hayal edebiliyorlardı… 
Not: Kalemle yazmışlar andacı. çok güldüm ya. bari teleks çekseydiniz.  

15 Ağustos 2011 Pazartesi

İnsanın Kin Duymasının Temel Sebepleri

İnsan neden kin duyar, neden intikam duygusuyla hareket eder, neden her şeye meydan okumaya çalışır da basit duygularıyla hareket edemez?

Çünkü üç bilim adamı insanlara gerçekleri söylemişler ve insanların sinirlenmelerine yol açmışlardır.
Kronolojik olarak açıklamak gerekirse:
1-Nicolaus Copernicus: Bu zat-ı muhterem dünyanın evrenin merkezi olmadığını keşfetmiştir. Şimdinin Almanya-Polonya civarındaki topraklarda doğmuş ve ölmüş olan -bizde bilinen ismiyle- Kopernik sürekli kafasını gökyüzüne kaldırıp çeşitli soru işaretleri düşünmekteydi. Gökyüzüne bakıp  "Yıldızlar ne güzel değil mi sevgilim?" ya da "Acaba hangisi Kutup Yıldızı'ydı, ilkokulda öğretmişlerdi." diyen bizlerden daha farklı olarak bu güzel arkadaşımız bir şeyler düşünmekteydi.

Araştırmalarını neticelendirdikten sonra keşfini dünya ile paylaştı:
"Arkadaşlar, üzgünüm ama gökyüzündeki her şey bizim etrafımızda dönmüyor. asıl biz bir şeylerin etrafında dönüyoruz" dedi.
O dönem PR şirketleri çok iyi çalışmadığından, Kopernik'in bu açıklamaları kamuoyunda bomba etkisi yarattı. Yine o dönem kilise içinde antidepresanlar yasak olduğu için bir hayli sinirlendiler.
Çünkü ilk defa birileri insanlığa "Sizler bu evrenin merkezi değilsiniz" diyordu...

2-Charles Darwin: Kopernik'in söyledikleri bugün kabul görmüş durumda ama Charles Darwin'in söylemleri hala üzerinde tartışılır teoriler olarak devam etmekte. Bunun en büyük sebebi ise Charles Darwin denilen "Ada"lı beyefendinin biyoloji bilimine merak salmış olması. Aslında tam anlamıyla biyolojiden çok hayvan sınıflandırması yapmak isteyen bu İngiliz beyefendisi Beagle adlı bir gemiyle Galapagos Adaları'na doğru yelken açar. Geri döndüğünde Türlerin Kökeni adlı çalışmasını insanlığın hizmetine sunmak üzere Amazon.com'dan satışa başlar.

O güne kadar tüm insanlık biraz su, biraz balçık ve Ghost filmindeki Demi Moore'un elleri sayesinde yaratıldığını zannettiğinden Charles Darwin'in, "Evrim, seleksiyon..." gibi sözcüklerine "Darwin abi iyi misin? Yenge falan nasıl?" diye cevap vermiş, onu anlamakta güçlük çekmiştir. Kilise hala antidepresanlardan uzak durduğu için gene sinirlenmiş ve; "Vay efendim sen bizim maymundan geldiğimizi mi söylüyorsun." diye bağırmış ve ortalıktaki tüm maymunların varlıklarından utanmalarını sağlamıştır.

O güne kadar kendilerini Tanrının kendi elleriyle yarattığını zanneden bizler; "Abi sanırım olmuyor öyle." dediğimiz için Charles Darwin bizleri bir evrimin bir basamağı addederek sinirlendirmiştir.

3-Sigmund Freud: Listemizin 3 numarasında bir Avusturyalı var. Masadaki dağınıklığın farkına varıp, "Bu ne böyle? Puro bir yerde, tuzluk bir yerde." diye kendine kızan Freud hastalarına bir başka gözle bakmaya başlamış ve onlara sürekli, "Sence bu puro ne anlama geliyor?" sorusunu sormuştur. Yıllar sonra araştırmalarını yayınlarken "Arkadaşlar psikanaliz diye bir şey buldum, herkesin annesinden nefret etmesini sağlayacağım, miras falan yok size." diye bağırmıştır.

Şaka bir yana Kel, yuvarlak gözlüklü, daha çok tefeciye benzeyen bu üstün doktorumuz "Bilinçaltı, bilinç dışı, id, ego, süper ego, alter ego, narsizm..." gibi terimlerle insanlığın karşısına çıkmış ve onlara "Size hakim olan bir beyniniz var, sizin ise ona hakim olmanız çok zor" demiştir.

O güne kadar kendisini dünyanın hakimi sanan, üstün düşünme kapasitesine sahip olduğunu zanneden insanlar birden celallenmiş ve "Bırakın kokainman lubunyayı, attıracak şimdi şalter egomu!" diyerek kendisine cephe almışlardır.

Yıllar sonra kendisine inanmayan farmakonörologlar, "Freud abi, toprağın bol olsun ama biz alerji ilacı yaparken yanlışlıkla SSRI diye bir şey bulduk; bitti o anne hadiseleri falan." dedilerse de psikanaliz ve narsizm             kavramı insanların "Acaba ben düşünebildiğim için çok çok üstün bir varlık değil miyim?" diye sorgulayıp, sinirlenmelerine sebep olmuştur.

İşte bu üç bilim adamı insanlara en doğru bildikleri yanlışları söyleyerek, onlara; "Hayır siz evrenin merkezi değilsiniz, hayır siz tanrının bir yansıması değilsiniz, hayır siz mükemmel değilsiniz hatta zavallısınız." demiş ve onları sinirlendirmişlerdir.

İnsanlar da kendilerini hep daha üstün olduklarını, dünyaların kendi etraflarında döndüklerini ve tanrısal bir varlık olduklarını ispat etmek istemektedirler... Çoğunlukla insanlar yanıldıklarının farkına öldüklerinde varabilmektedirler, o zaman da çok geç olmaktadır.

Saygılarımla satırlarıma son vermeden evvel; "Karl Marx nerede?", ""Newton'un Amasya macerasını unutmuşsunuz!" ya da "Afedersiniz Zerdüşt bey nerede ikamet etmekte acaba?" diye çırpınan siz sayın okuyanlara belirtmek isterim. bir gün TOP10 yaparız onları da yazarız...

Ama ondan önce yarın: Newton ve Galileo Galilei ile Sanayi Devrimine Giriş dersimiz var. Lütfen kaçırmayın...

Şimdi saygılarımla satırlarıma son veriyorum.

SON...

Uzun İnce Bir Yoldaydım

Ocak ayından beri sayfaya uğramamışım... her taraf toz, kir içinde. iyi bir elden geçirmek gerekiyor buraları. Perdelerin yıkanması lazım, koltuk kılıflarının da... Çeşitli pencereler açıp iyice havalandırayım daha sonra halıları da kaldıracağım. Ferah olsun biraz buralar... Ferahlığı seviyoruz insanlar olarak. İstanbul'da yaşayanların ferah bir mekanda sudan çıkmış balığa dönecekleri kesin ama en azından bazı yerlerde ferah hissedelim kendimizi.

Sosyal medyaya fena takmışız. O kadar zaman harcamamıza rağmen bir Ahmet Hakan ya da bir Hilal Cebeci kıvamında popüler olamadık. Biraz önce bir şey yazmaya çalıştığımda Twitter kuşu gelip kulağıma "140 karakteri geçmişsin, daha zeki olman lazım." dedi. Bu saatten sonra daha zeki olamayacağıma göre ben de kalbimden temiz burayı kullanmaya karar verdim...

Yazmaya çalıştığım ve bir türlü kısaltamadığım şey ise:

Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardır: Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle renkli küçük kağıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar renkli küçük kağıt parçaları değildi...
Sen çok yaşasaydın e mi Douglas...


Siz eski kayıtlara göz gezdirene kadar ben yeni bir şeyler yazarım belki... Belki de yazmam, yazamam...
   

19 Ocak 2011 Çarşamba


Biraz önce şirketteki sigara içilen odaya gittim, sessizce ağladım. 4 yıl önce bugünü hatırladım. Başka bir şirkette bilgisayarımın başında iş yapmaya çalışıyordum. İnternette Hrant’ın öldürüldüğünü öğrendim. Apar topar aşağıya, televizyonun olduğu mutfağa indim. Ardımdan patron da geldi, “Öldürmüşler değil mi adamı” dedi. “Adamı” diyordu. Adam gibi bir adamdı Hrant Dink. “Allah belasını versin bu ülkenin” dedim, “Ben oğlumu nasıl büyüteceğim bu ülkede” dedi patron… birkaç saat sonra Hrant’ın öldürüldüğü, katledildiği yerdeydik…

Hrant’ın öldürüldüğü günden iki ay sonra çocuğumun doğacağı haberini aldım. “Ben o çocuğu nasıl büyütecektim bu ülkede.”

Sabah kızımı hazırlayıp okuluna götürürken Hrant’ın öldürüldüğü, katledildiği yerin önünden geçtik, kızımın bir şeyden haberi yok, ona daha söylemedim. “Kızım bak bu ülkede milliyetçiler var, bunlar ırkçı, ırkı yüzünden birilerini öldürüyorlar.” demedim henüz. Yaklaşık 3 sene sonra okula başlayacak kızım. Bir devlet okulunda sabahları “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek ant içerek başlayacak günlerine…

İşte ben o zaman anlatacağım kızıma Hrant’ın öldürüldüğünü, katledildiğini, bu ülkeyi neden sevmediğimi, sevmediğimi ama terk etmeyeceğimi…

Birazdan gene sigara içilen odaya gideceğim, usul usul ağlayacağım… Kızıma bugünü anlatırken hangi kelimeleri seçmem gerektiğini düşüneceğim. Seçeceğim kelimeler arasında şunların olacağını çok iyi biliyorum. Milliyetçilik ve ırkçılık…