2 Mart 2010 Salı

Anılar - 5


Biraz önce arkadaşım Burak'ın blogunu (http://cakmagurme.blogspot.com/ deneyin seversiniz)okurken aklıma geldi anlatayım dedim. Zaten Burak'ın blogunu okuduğunuzda anlayacaksınız nasıl aklıma geldiğini, anımız yemekle alakalı.


Hemen kısa bir bilgi verelim. Hatta hazır reklam camiasına tekrar adımımıza atmışken hemen kısa bir "biref" vereyim...


Efendim içki içtikten sonra nereye gidilir? Eğer gecenin hasılatı iyiyse taksiye kıyar eve gidersiniz ki hemencecik yatağa girebilesiniz. Ama hasılat kötü ya da amaç zaten o değildi, güzel içkinizi içtiniz, daha küfelik olmamışsınız yavaş yavaş adımlarla, bir bira daha içmenin arzusunu hafiften bastırarak çorbacıya gidilir.


Briefe devam.

İçki içtikten sonra gidilen çorbacıda içilen mercimek, ezo gelin vs yalandır azizim. Oraya kadar ulaşılabildiyse bünye, bol acılı, sirkeli, sarımsaklı, limonlu güzel sakatat içilir. İşkembe olur, tuzlama olur, kelle olur, paça olur... Bu çorbaları bizim mutfağımıza kazandıranlarında mekanı cennet olur.


Brief bitti.


Mekanımız Antalya, daha sonraki anılarımızda anlatmak üzere anlaşalım, The Bar diye bir mekan vardır Antalya'da... Her gece gitmemize ve çıkarken "Ajan ne kadar iğrenç bir yer burası ya, bir daha adımımı atmam" dememize rağmen ertesi gün hava daha kararmadan soluğu orada alıyoruz. Bir gece içkimi almışım, hasat peşinde koşturuyorum, bir anda Ankara'dan bir arkadaşım olan Mert'i gördüm. Tatile gelmiş. "Vay! Naber, nasılsın?" derken bir anda kendimizi çakır keyif diye tabir edilen o ince çizginin üstünde yürürken bulduk. Geceyi sonlandırmak istemiyoruz ama daha fazla içmemizinde karaciğeri erken bir viraneye dönüştürmekten başka bir işe yaramayacağını düşündüğümüzden "Hafız haydi çorbaya" dedik...


Antalya'yı bilmeyenler için söyleyeyim kendisi yaz aylarında o kadar sıcaktır ki çoğu Antalya'lı cehenneme gitmekten zerre kadar korkmaz bu yüzden de namaz kılmaz. Burada yola çıkarak Tayyip Erdoğan'ın "Gavur" sıfatını yanlış coğrafya için kullandığını söyleyebiliriz. Sıcak havalarda çorba satan iş yerleri kazacıları dışarı çıkarırlar. Yani çorba kazanı ve sizin için çorbayı kaseye koyan adam da size yakın bir yerde, dışarıda bulunur.


Tekrar Brief verelim...

Ben bugüne kadar Antalya'da içtiğim çorbadan daha güzel bir çorba içmedim. Antalya'nın havasından mıdır yoksa suyundan mıdır bilmiyorum ama enfes çorbalara sahip bir şehir Antalya. Bizim Tuncay'a göre olay terbiyede. Hep gittiğimiz bir çorbacı var Paçacı Şemsi, meşhurdur. Antalya'da Demirciler Çarşısı'ndaydı ilk dükkanı, sonra o çarşı yıkılıp yerine alışveriş merkezi inşaatı başladığında hemen çarşının karşısına taşındı. Ben oraya gittiğimde hep Dil-Beyin karışımı ile ödüllendirirdim bünyemi...


Brief bitti.

Koşarak Paçacı Şemsiye gittiğimizde bir de baktık tadilat nedeniyle kapalı. "Hafız ne yapacağız?Oraya gidelim hafız, orası uzak mufız" derken kendimizi Antalya İşkembecisi'nde bulduk. Oranın da güzel çorbaları vardır. Şemsi efendi ile kıyaslanamaz ama iyidir. Oturduk masaya, ben kararsızım. Dil-beyin istesem kendimi Şemsi'ye ihanet etmişim gibi hissedeceğim, işkembe hafif kaçacak kadar klişe, Kokteyl içeyim ama kokteyli de içinde beyin olmazsa pek sevmiyorum...


Adama direkt bir şekilde sordum. "Hocam beyin çorbası var mı?"

Ne demiştik efendim, kazancı bizden uzakta ama dışarıda ve herkesin görebileceği bir yerde değil mi?


Garson kafasını çevirip herkesin, hatta kaldırımlardan geçenlerin bile duyabileceği kadar kuvvetli bir sesle kazancıya seslendi...


"Usta! Beynimiz var mı?"


Sonuç: Gülmekten sandalyeden düşen Borga... Garson benim bu tavrıma bozulmuş olmalı ki, kafasını adisyondan kaldırıp şöyle dedi: "Beyefendi, sesli gülmek yasak yalnız"





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder