17 Mart 2010 Çarşamba

Sen Bunu Daha Önce Kime...?

GPS’e ihtiyacınız yok.

Türklerin karakteristik bazı özellikleri vardır.

Zile basıldığında “Kim o?” diye sorduğunuzda “Ben” diye cevap almak, ıslanmış bir halde kapalı mekana girildiğinde “Aaa! Yağmur mu yağıyor?” sorusuyla karşılaşmak, telefonunuzu kapatınız uyarısıyla karşılaştığınızda, telefonunu sessiz moduna alan insanları görmek, yemeğin çatalın yanıyla kesildiğine şahit olmak, ekmeksiz yemek yediğinde doymadığını iddia eden insanlarla çevrili olmak, yabancı ülkeleri protesto etmek için oranın mallarını yakan insanların sana el salladığını hissetmek, sinyallerin çalışmadığını sanmak ve sayamadığım sayamayacağım daha nice davranışla karşılaşmak 26-45 doğu meridyenleri 36-42 kuzey paralelleri dahilinde olduğunuzu anlatır size.

Ama kredi kartına 6 taksitle pompalı tüfek almama sebep olan bir cümlecik var ki…

Doğduğumdan beri duyuyordum fakat o gün farklıydı benim için…

Ankara’yı bilenler bilirler, Batıkent diye bir semt vardır. Dizi dizi sitelerden oluşmuş bir semt. Karayalçın döneminde yapılmıştı. Ucuza ev satın almıştı insanlar, ulaşım yönünden Ankara’nın biraz dışında olduğundan ucuzdu ama sonradan öğrenciler ve metro biraz rant kazandırmıştı Batıkent’e. Neyse bizim Yaprak Taylan’ın öğrenci evi vardı orada. Bir gece orada takılıyoruz. Muhabbet içki falan, bir an saçlarımdan canım sıkıldı. Upuzun sırma gibi saçlarım vardı o zamanlar, ortamlarda çılgın attığımız dönem, “Kes saçları Yaprak” dedim. Bir haz yaşayacağını anlayan Yaprak ikiletmedi ve makası kaptığı gibi girişti saçlarıma. Cebinde mi taşıyorsun makası mübarek, bir kez daha düşünmeye fırsat bulamadan saçlarımı elimde gördüm. Gülüşmeler eşliğinde sabahı ettik.

Sabah aynanın karşısında saçlarımın düzeltilmesi gerektiğini düşündüm elbette.

Batıkent’ten Kızılay’a doğru inip bir berber arama yolculuğuna giriştim.

Bakın size ortamı tarif edeyim. 97 yılının şubat ayındayız. Ortam çok karışık. Erbakan başbakanlığındaki refah-yol hükümeti askeri darbeye maruz kalıyor, Kızılay’ın bakanlıklar tarafı gazeteci ordusuyla karışmış durumda. Güvenpark’tan TBMM’ye kadar bir insan seli sabah akşam. Ben o karmaşa içinde karşıdan karşıya geçip Karanfil Sokak tarafına ulaşmaya ve bir berber bulup gazetecilerin fotoğraflarımı çekmesine engel olmak istiyorum.

Neyse efendim ulaşıyorum berbere ve oturuyorum o döner koltuğa.

Arkadaşlar… Yurttaşlar… Romalılar…

Şimdi size büyük gerçeği açıklıyorum.

Bir bayan için o artık korku filmlerinde metafor olarak kullanılan jinekolog koltuğu ne ifade ediyorsa, ne derece gerilim yaratıyorsa berber koltuğu da aklı başında Türk erkeği için aynı şeyi ifade eder.


Bunun çeşitli, gerekli nedenleri vardır. Kollarınıza uygulanan baskı bunun en geçerli örneğidir. Ben bir keresinde otobüste otururken yanımda ayakta duran adamın koluma uyguladığı baskı neticesinde adama “Birader, sen berber misin?” diye sormuştum, adam da “Aaa nereden anladın birader!?!” demişti.

İşte ben bu stres altında oturdum o sahte deriden yapılmış koltuğa ve o soru geldi.



“Ohhoooooo! Kardeş sen daha önce kime gittin?”

İşte bir insanın Türk olup olmadığını anlamak için kullanılan 126.857.778.552 yoldan sadece biri. Bu soruyu soran kişi, kurum ya da kuruluş Türk’tür.

Dediğim gibi bu soruyu hayatımın o dönemine kadar belki binlerce kez duymuşumdur ama ilk ciddi çıkışımı o gün yaptım.

“Sen işine bak kardeş” demiştim o berbere. Berber kendinden beklenmeyecek bir performans göstererek hiçbir muhabbet konusu açmamış, ama kendinden bekleneni gerçekleştirerek iğrenç bir modeli benim güzelim kafama uygulamıştı o gün.

O gün başladı bu soru cümlesiyle mücadelem.

“Sen bunu daha önce kime…” diye başlayan, “kestirdin”, sıktırdın”, “yaptırdın”, “ettirdin” diye biten cümleleri kuranlarla mücadele merkezi kurdum ben.

150.000 kişi çalışıyor bünyesinde bu merkezin. Hepsinin ileri teknoloji bilgisi, uzak doğu sporları uzmanlığı, silah ve bomba uzmanlığı, psikoloji uygulamaları, gerilla taktikleri, edebiyat, tarih, felsefe gibi konularda uzmanlık derecesinde bilgisi var. Hepsi benim gibi mağdur insanlar ve beş kuruş para almadan çalışıyorlar Allah sizi inandırsın.

Şöyle çalışıyor bu merkez. Türkiye’nin dört bir yanına yerleştirilen MOBESE kameraları, internet, telefon ihbar hatları gibi iletişim merkezlerinden alınan bilgiler doğrultusunda eğer birisi “Sen bunu daha önce kime…” diye bir cümle kurarsa anında oraya intikal ediyoruz.

Örneğin evinize tesisatçı geldi, mutfak musluğunun contasını değiştiriyor. İngiliz anahtarını layığıyla kullanamıyor ve “Ohooo! Ya kardeşim sen bunu daha önce kime sıktırdın?” diye bir cümle kuruyor. O an siz cep telefonunuzla bir sms yolluyorsunuz bize, “Acil” yazmanız yeterli. Türkiye sınırlarının dört bir yanına konuşlanmış arkadaşlarımız anında evinize ulaşıyor ve o İngiliz anahtarını layığıyla kullanmaya başlıyor. Tesisatçıya şöyle diyoruz önce;

“Kardeş sorunu bir daha alabilir miyim?”, tesisatçı tekrar ediyor o melun cümleyi…

“Sen bunu daha önce kime sıktır…” sözünü bitirmesine fırsat vermeden İngiliz anahtarını ağzına çakıyoruz. “Ah” dedikçe vuruyoruz, “Oh” dedikçe vuruyoruz. Sürekli, durmadan, dinlenmeden vuruyoruz. Yine vuruyoruz hep vuruyoruz.

Başka bir referans verelim.

Yeni bir eve taşınıyorsunuz. Parkeler biraz eskimiş… İsveç mallarını protesto ettiğimiz için İKEA’nın “evinizi siz yapın kampanyasından yararlanamıyorsunuz.” Siz de bir parke ustası çağırıyorsunuz haliyle. Parke ustası ölçü almaya, sizi bilgilendirmeye, bir fizibilite çalışması yapmaya gelmiş evinize. Kulağının arkasında kalem, elleri arkasında, TOKİ’nin yeni arsasını incelemeye gelmiş başbakan gibi dolaşıyor evinizde ve o cümle geliyor…

“Hanımefendi, valla bunu daha önce kim yapmış bilmem ama çok kötü durumda parkeler.” Demeye başlıyor. Siz iphone’unuza sarılıyorsunuz. Hiç istifinizi bozmayın, o konuşsun.

“Parkeler çok kötü bir ağaçtan yapılmış, çiviler çok adiymiş, vernik zaten en ucuzu. Allah Allah çok kötü işçilik, kim yapmış ki burayı daha önce?”

Bırakınız o konuşsun. Siz iphone’unuzdan safarinizi açın, www.senbunudahaonceahhh.com adresine girip en üstte bulunan “Lütfen gelir misiniz?” butonuna tıklayın. Arkanıza yaslanın, ya da yeni ev orada kanepe koltuk yoktur, salonun eşiğine dayayın omzunuzu bekleyin…

Sizin o gülen gözlerinizi gören parke ustası şaşıracak, sizin ekeşmiş ekeşmiş sırıtan ağzınıza anlam kazandırmaya çalışacaktır kafasında. Bu arada arkadaşlarımız çoktan gelmiştir. Siz hiç uğraşmayın, konusunda uzman kadromuz evinize girecek yolu bulur.

Önce kulağının arkasındaki kalemi alırlar ustanın, sonra pantolonunun kemerine iliştirdiği metreyi alırlar ve hem kalemle, hem de metre cihazıyla cezasını verirler ustanın. Usta “siz bunu daha önce kime yaptırmıştınız?” nidalarıyla huzura kavuşur. Bir daha o cümleyi kuramaz…

Bir örneğimiz de İzmir Altınordu’dan.

Patlak lastiği ile yol kenarında yarım bekleyen bayanın arabasının yanında duran taksici, krikoyla arabayı kaldırmaya çalışmaktadır. Krikonun yamulmuş olan çevirme kolunu bir türlü krikoya tatbik edemeyen taksici dönüp bayana şu inanılmaz soruyu soruyor.

“Hanımefendi, siz bu krikoyu daha önce kime kullandırdınız? Çok affedersiniz ama yamultmuş bunu kim kullandıysa…” derken kavşaktaki MOBESE kameraları durumu tespit eder.

Dudak okuma konusunda uzman çalışanlarımız durumu hemen saha uzmanlarımıza bildirir. Anında oraya ulaşan saha ekibimiz krikoyla adamın önce omuzlarını, daha sonra dizlerini, daha sonrada çenesini kırarlar, bayanın lastiğini değiştirip bir sonraki görevlerine doğru yelken açarlar.

Dün akşam saat sabaha karşı 04:00’da Okmeydanı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ne gittim. Tam bir aydır devam eden ve bir türlü sonuçlanmayan, sonuçlanmadığı gibi müthiş ağrılar çektiren dişimin dayanılmaz ağrısı için dördüncü doktora başvurdum…

Birinci doktordan itibaren başlamıştı lanet soru:

“Siz bunu daha önce kime yaptırdıysanız…”

İlk ikisine, okumuş adamdır, 5 sene diş hekimliği okumuş, üzerine nerden baksan stajıdır falan 7 sene mürekkep yalamışlığı vardır, koca doçentlerden, profesörlerden eğitim almıştır, güngörmüştür, kalenderdir dedim ilişmedim ama dün gece davrandım telefonuma. Hemen merkezdeki arkadaşları aradım. Gereğini yapın ama sabah, nöbetten sonra ilk uykuya daldıktan iki saat sonra, uykusunun en güzel yerinde yapın dedim…

Halletmişler… Onu bir dişçi koltuğuna bağlayıp bütün dişlerini tek tek, uyuşturmadan çekmişler, daha sonra orada bulunan diğer aletlerin ne işe yaradığını vücudunun çeşitli yerlerinde anlamaya çalışmışlar. Ağzında müthiş acılar çeken diş hekimi beyefendi (bakın hala ben efendiliği elden bırakmayıp “beyefendi” diyorum) “Bunu bana neden yapıyorsunuz?” diye soramadığından bir de mektup bırakmışlar göbeğinin üzerine merakını gidermek için…

Merak edenler için mektupta şunlar yazıyordu:

Sevgili diş hekimi beyefendi.

Dün akşam bana “Sen bunu daha önce kime yaptırdın?” diye sormuştun… işte cevabı:

Sana ne lan! Sana ne? Sana ne öküz herif, ağzını burnunu kırdırdın işte iyi mi oldu. Sen ne yapacaksan yapsana, sana ne kimin yaptığından eşeğin oğlu, itoğluit… dolgu mu yapacaksın, ilaç mı yazacaksın, dişi mi çekeceksin, kapıdan mı kovacaksın? Ne yapacaksan yapsana. Sana ne daha önce kimin yaptığından…

Kendim yaptım anasını satayım. Geçtim aynanın karşısına kendi kendime kanal tedavisi yaptım, hobim bu benim, part time diş hekimiyim ben. Var aletim edevatım evde uğraşıyorum hobisel olarak. Var mı? Sana ne? Yap işte. Bak senin yüzünden ağzın burnun kırıldı…

Sevgiyle kalın Doktor Bey!



2 yorum:

  1. Pek muhterem Dawnspiper beyefendi,

    Toplumun kanayan yaraları hakkındaki feveranlarınızı anlayışla karşılasam da (empatik merhem), birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu "vehim" günlerde itidalli olmakta faide olsa gerek. Zira ne demişler efendim, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibim. Pek tabii delirelim. (sabah aç karnına akşam tok karnına)

    Memleketin hal-i pür melalini yazmaya devam ediniz. Sizin gibi mürekkep yalamışlar lazım idir. Şen kalın.

    Felix Sarotti

    YanıtlaSil
  2. Kendin yapıcaksın her işini, bulaşamaycaklar. Voltran'ı oluşturamayacaklar. Biri olmadan öbürü de olmaz nasıl olsa :)

    YanıtlaSil