26 Aralık 2009 Cumartesi

2009 Bitiyor...

Modaya uyalım..

Herkes yapacak, herkes 2009'un önemli olaylarını bir kez daha gözler önüne serecek ama ben de yapmak istediğimin farkına vardım... Onun için sizleri rahatsız edeceğim. Fakat hadiseleri kendi açımdan yorumlaya çalışacağım, bu yüzden unuttuğum olaylar olabilir. Bu durum benim unutmamdan değil mevzu bahis hadisenin benim ilgimi yeterince çekememesinden kaynaklanmaktadır. Kamuoyuna duyurulur. Madem öyle başlayalım yavaş yavaş...

Neler olmadı ki 2009 yılında. Münevver Karabulut cinayeti ve sonrası, İtalya depremi, Hudson nehrine iniş yapan uçak, Yine bir uçak kazasından bahsedecek olursak Rio de Janeiro-Paris seferini yaparken düşen uçak, Domuz gribi, Roberto Carlos'un Fenerbahçe'den gidişi ve Cristiano Ronaldo'nun rekor transfer ücretiyle Real Madrid'e transferi, İran seçimleri, Honduras darbesi, Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk siyahi başkanı, İsrail'in Gazze'ye girmesi... ve buraya yazmadığım diğer binlerce olay. Bunları bu yazıda bulamayacaksınız.

Benim ilgimi çekenleri sıralayacağım ben sadece...

DAHA GELMEM DAVOS'A

Gelme...
Dünya üzerinde olayı bilmeyen 1.000.000.000 insan olduğunu zannetmiyorum. T.C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Peres'e çıkışı, moderatörü azarlayışı ve Davos'u terk etmesi olarak özetlenebilir.

Hiç bir şekilde uluslararası alanda bir başarı sağlamayacak bu hareket Türkiye'de büyük alkış aldı, hatta başbakanı sevmeyen tarafta olanlar bile bıyık altından başbakanı takdir ettiler. Hatta Erdoğan Türkiye'ye döndüğünde onu havaalanında karşılayan büyük kalabalığın elinde tuttuğu dövizlerden birini net hatırlıyorum: "DÜNYA BAŞBAKAN GÖRSÜN"

Hepimizin bildiği olay sonrasında düzenlediği basın toplantısında Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasından benim ilgimi çeken iki söz "kabile reisi değiliz" ve "monşerlerin dilinden anlamam" oldu...

Sayın Başbakan kabile reisi olmadığını Türkiye'ye hatırlatırken "Kabine Reisi" olduğunu unutuvermiş sanırım. Monşerlerin dilinden anlamamasını ise her ne kdar burada uzun uzun eleştirmek istesem de yapmayacağım. Sadece şunu söylemek isterim. Sayın başbakanım; konuşmanız içinde geçen ve dünyada bir fenomen olan "One Minute" çıkışınız monşerlerin dilinden neden anlamadığınızı gösteriyor... Saygılarımla.

İşte benim için 2009'un en önemli olaylarından ilki buydu...

LIGHTNING BOLT

2008 yazı... kardeşim, bir kaç arkadaşım toplanmışız bizim evde. Biralar falan alınmış, hararetli hararetli tartışılıyor ve yarış zamanı bekleniyor.

Asafa Powel'lı, Tyon Gay'li ve elbette Usain Bolt'lu bir 100 m mücadelesi izleyeceğiz.
Arkadaş, 100 m. mücadelesi izlemek öyle zevkli bir şey değil. Düşünün; güzel bir ortam hazırlamışsın, biralar falan var, muhabbet olacak yarış başlıyor ve bitiyor. 10 saniye sürmüyor.
Elbette öyle değil. yarış başlamadan tahmin oyunu tarzı bir sohbet devam ederken, yarış bittikten sonra "Vay be!" tandanslı konuşmalar başlıyor. Zevkli yani. Berlin 2009 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda yarış başlamadan evvel kazanan tahmini sohbetlerinden çok Usain Bolt'un rekor kırıp kıramayacağı tartışıldı yine bizim evde.

Bolt 9.69'luk rekorunu 9.58'e çekti ve bir kez daha yarış bitiminde "Vay be!" nidaları yankılandı kulaklarımızda. Yarış sonrasında onun insan olmadığına dair türlü şeyler söylenmiş olsa da en güzel yorum kardeşimden geldi. "Bu Jamaikalılar doping testlerinde çıkmayan bir ot bulmuşlar"

ANKARASPOR'UN KÜME DÜŞÜRÜLMESİ

Gün geçmiyor ki dünyada babalar oğullarına hediye almasın... alsın tabi; ben de alıyorum çocuğuma hediye... Bir babanın çocuğuna oynasın diye oyuncak bebek, tren aldığı görülmüştür, hatta gitsin gezsin hız yapsın diye son model hızlı arabalar almıştır, belki kızlarına şirket açmıştır. Ama gerek basın organlarından, gerek şahit olduğum olaylardan hiç birinde bir babanın oğluna "Al oğlum bu futbol takımıyla oyna dilediğin gibi" dediğini duymamıştım...
Sayın İ. Melih Gökçek resmen oğluna bir futbol takımı hediye etti. Kendisi Ankaraspor'un onursal başkanı idi, oğlu da aynı takımın futbol şube sorumlusu idi. Baba oğul nasıl bir dümen çevirdiler, nasıl bir yeke tutuşudur o hiç anlamadım ve bir anda Ankaragücü'nü sahiplendiler.

Bir Gençlerbirliği taraftarı olmamdan mütevellit değil sadece Ankaragücü'nü sevmemem; sarı lacivertli takımın 1. lige yükselişi de Kenan Evren tarafından sağlandığı için sevmem kendilerini... Artık bir sebep daha var Ankaragücü yenilince sevinmem için...

Federasyon yöneticilerin her iki kulüple de organik bağlarının olduğu gerekçesiyle Ankaraspor'u küme düşürdü. Karardan sonra oynayacağı maçları ve karar gününe kadar oynadığı maçları 3-0 rakip takım lehine bitirdi. Yani bugün Türkcell süper ligde bütün takımların 6 puanı ve 6 gol averajı cepte... Ankaraspor elbette Tahkim Kurulu'na gitti. Tahkim kurulu da cezayı onadı.

Bir gece Nevizade'de Tahkim Kurulu'ndan bir tanıdığımla gayet Off the Record bir görüşme yapıyordum (bildiğiniz bira muhabbeti) haklı olup olmadıklarını sorduğumda bana "UEFA ve FIFA'da benzer olaylarda alınmış kararlara baktın mı hiç?" dedi. Bakmamıştım... "Biraz baktım" dedim. "O zaman bütün kararların bizimkiyle aynı olduğunu görmüşsündür" dedi. Kendisi avukat fazla yarışmadım.



Şimdi ligde 17 takım var, her hafta bir takım tatil yapıyor. İki takım Bank Asya'ya gidecek dekont almaya, oradan Türkcell'e konturlu 3 takım gelecek... ne olacak bu işin sonu bilmiyorum... Hikayenin asıl kahramanı Ahmet Gökçek ise haa Ankaragücü'nün başında. Ahmet bey... Yukarıda ki kara kuru adam var ya, uzun boylu, Hüseyin... O kovalasın sizi.


KÜRT AÇILIMI

Bir problem çözümü için bunca yıldır beklemenin mantıksızlığına vakıf olabilmek için iç dinamiklere bakmak gerekir. Hiç konuşmayalım neden bu kadar yıl beklediğimizi. Ama bütün dünya izledi bu açılımı, ve devam ettiği sürece izleyecek.
Umarım devam eder ve problem çözüme ulaşır.



Ama bir noktaya parmak basmak gerektiğine inanıyorum...

Şimdi ülkemizde "ULUSALCI" diye bir kavram var. Sanıyorum dünyanın başka hiç bir ülkesinde "Milliyetçilik" kavramının bu kadar çok adı olmamıştı. Bu 78 solcularının (bakınız "solcu" diyorum, sosyalist falan demiyorum) bir kısmı -ki büyük çoğunluğu CHP'liler- "Ya biz vakti zamanında milliyetçilerle kavga ediyorduk. Şimdi kendimize milliyetçi dedirtmeyelim, biz kendimize 'ulusalcı' diyelim" demişler.

Ülkemiz Ulusalcılarının büyük çoğunluğu bu açılıma "hayır" diyor bugün. Esmeye gürlemeye gelince özgürlük mücadelesi veren IRA'yı savun, ETA söz konusu olduğunda Franco'ya küfret sonra "Teröristle masaya mı oturacağız" de... ACİL BARIŞ...

HADRON ÇARPIŞTIRICISINDA İLK ÇARPIŞMA DENEYİ


Bilenler bilmeyenlere anlatsın; bir dönem fizik okumuştum Fen- Edebiyat Fakültesinde. Cern'deki deneyi ilk okuduğumda heyecanlandım. Sonra anlamadığım için kapattım internet sayfalarını... Ben fizik okumuştum, az çok rölativistik taneciklere hakimim, kuantum fiziğini ucundan hissettim, mekanik zaten en iyi dersimdi Newton'u babam kadar severim... Ama konudan anlayan anlamayan herkes bir işin ucundan tutmak sevdalısı olduğundan yazıp çiziverdiler.

Bakın başından söylüyorum. Bu sizin 150$ verip, Nişantaşı'nda gittiğiniz Kuantum Konferanslarına benzemez. Kuantum öyle herkesin anlayacağı bir şey değil. Kaldı ki dünyanın yok olduğu falan da yok. Dünyayı o konferansta sana dağıtılan broşürü yere atman yok edecek, Hadron Çarpıştırıcısı değil...

Son bir anekdot.
İlk deney yapılmadan önce millet ayaklanmış "Kıyamet kopacak" diye. Hemen ertesi günü ntvmsnbc.com'da bir haber. "Cern Deneyi İntihar Ettirdi" diye. Haberi bulamadım. Özetle şöyle: Hindistan'da 16 yaşındaki bir genç kız deney yapılırken "Nasıl olsa kıyamet kopacak" diye intihar etmiş. Olayın vahameti, basının yanlış yansıtmaları sonucu giden canın haberi. Gülmedik tabi ama altındaki okuyucu yorumuna yarıldım:
"Ah be salak... Madem kıyametin kopacağına inandın, neden intihar edip böyle bir görsel şöleni kaçırıyorsun ki?"

Abimiz gurbette bu görsel şöleni yaşamış biliyor tabi. Ülkemizde bu şölene hiç rastlamadık...

1 MAYIS 2009

Hiç bir söze gerek yok... Slogan güzel:

"İŞTE TAKSİM İŞTE MAYIS"



BİLGE KÖYÜ KATLİAMI

İnsanlık insanlık olalı böyle bir zulüm görmemiştir belki de... Tarihin sayflarından binlerce örnek çıkarabilirsiniz bunun gibi katliamlara, fakat bu farklıydı, bu ağlatamıyordu bile.



Hiç bir şey yazamam ben... Adorno'nun "Auswitsch'den sonra sanat yapılamaz" sözü aklıma geliyor...

Tek bir şey var. O silahları, o ellere verenler şimdi yaşamıyorlar. Ve bunun için sevinçli olmalılar. O silahları onlara dağıtan kişinin tıknaz bir planlamacı olduğu rivayet edilir. Gayriresmi tarih bunu yazacak...

YIKANMAK İSTEMEYEN BİR ÇOCUK ÖLDÜ

2009'da çok kişi öldü. Hatta blogda yazdık son 10 yılın ünlülerini, ama biri beni çok daha fazla üzdü...

Kendisiyle bir kaç sohbette bulunabilme şansına nail olabilmiş idim. Bu kadar entellektüal, aynı zamanda eğlenceli, aynı zamanda da zevklisine rastlamamıştım... Ünsal Oskay'ı bu sene kaybettik...



Popüler kültürün, Frankfurt Okulu'nun, postmodernizmin, Marx'ın ve daha nice şeyin ülkemizdeki sesi soluğu öldü. Geriye ne kaldı... Size söyleyeyim:
Onun dediği gibi rakı içelim, onun dediği gibi kavga etmeden konuşalım, onun dediği gibi kadınlardan zevk alalım, onun dediği gibi okuyalım...

Kendisinin şöyle bir sözü vardı: "20 yaşına kadar Marx okumamış bir eşektir. Marx okumuş ama marksist olmamış biri eşşoğlueşşektir" Altına imzamı atarım (bana ne oluyorsa)...

2009 YILI YEREL SEÇİMLERİ YAPILDI

Artık hiç çekinmeden duyduğumuz güzel sözlerden biri seçim sonralarında; "Seçimler herhangi bir olay yaşanmadan bitti"...

Seçimlerde olay yaşanmadı da sonuçları ne oldu... Hiç şüphesiz olaydı...


Uzun bir aradan sonra ilk defa bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı tekrar seçilebildi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun seçim arefesinde hayatını kaybetmesi, BBP'ye bir belediye olarak geri döndü ve en önemli olay İ. Melih Gökçek yeniden seçildi... Seçimler olaysız geçti ama sonuçlarındaki olaylardan bazıları bunlardı. şimdi AKP'nin denize kıyısı yok, olsun haşemayla zaten zor deniz olayı. CHP ise bildiğiniz gibi. Umut veren tek sonuç İzmir Dikili'den. Bize ise içki satmadılar... Olan o oldu... Melih Gökçek ya...

Karin Melis Mey yazmak istedim, Ergenekon yazmak istedim, YARSAV'ı yazmak istedim, Beşiktaş'ın çifte kupasını yazmak istedim ama 2009 yılının yorgunluğu var üzerimde... Bir çok şeyi de unuttum eminim. Sizler hatırlatırsınız arada yine yazarız. 2010 hepimiz için iyi bir yıl olsun... Bu arada belirtmeden edemeyeceğim. Benim için 2009 tam bitti bitiyor ve bu da kötü bitiyor derken bir anda güzel bir şey oluverdi... Olabiliyormuş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder