19 Kasım 2010 Cuma

Antalya


Birileri bu yazıdan alınabilir...
Kültür merkezi olan, üniversitesi olan, Devlet Opera ve Balesi olan, Devlet Tiyatrosu olan, Belediye Tiyatrosu olan, uluslararası bir film festivali olan büyüdüğüm bu şehir ilerlemesi gerekiyorken, adım adım değil koşarak, hızla geri gitmiş...

Benim dedem bile durmuş. Gerilemiyor, ama şehir bildiğiniz geri gitmiş.
Artık tek eğlence okey oynamak ve nargile içmek olmuş. Ben tirmis yiyip futbol oynardım. Dedemlerin orada bir kütüphane vardı oraya gider, çizgi romanları, Enid Blyton'ları karıştırırdım. Dedemlerde bıraktığım kitapların bile bazıları duruyor, Kaptan Grant'ın Çocukları'nın tamamı ile Enid Blyton'ın Gizli Yediler Uçak Kaçtı isimli kitabının kapağını buldum. Bir de Kar Kraliçesi ile Can yayınlarının 65 sayfaya sığdırabildiği İlyada'yı bulabildim evde. Kütüphanenin yerinde ise tıp merkezi gibi bir şey var. yani küçük çocuklar istedikleri zaman gidip komple MR çektirebilirler...

Bayram harçlıklarımı harcadığım atarici yangın söndürme cihazları satan bir yer olmuş. Deli Ayşe hala duruyor, balkondan aşağıya torbayla çöp atıyor. Bir D&R ve İletişim Kitabevi vardı Işıklar Caddesi'nde, biri Çibo öbürü de nargileci olmuş. Işıklar Caddesi'nde kitap satan yer yok. Ama kültürlü bir şehir olduğundan mütevellit Basçısından, saksafoncusuna, yan flütçüsünden darbukacısına, kanuncusuna bir sürü müzik yapan insan heykeli var. HEYKELİ var...



Ama arkalarındaki kafeler onların müzik yapmasına olanak vermiyor. Bu arada darbukacı heykelinin darbukasının içinde çöp vardı çok komikti.

Müzik yapan ise yok... Üzgünüm.
Hoca çok şey katmış Antalya'ya.

Kafamı çevirip körfezin ve arkadaki torosların manzarasına bakmak gelmedi içimden...
Peki güzel hiç bir şey yok muydu Antalya'da. Var:

Paçacı Şemsi
uwwww
Börekçi Tevfik
Hooeee
Piyazcı Mustafa
Yeaaaa
Evren'in Yengeni
Uwwwww
Antalyaspor'un eritmesi
hoooowwwww

du du du dudu sinema
du du du dudu müzik





10 Kasım 2010 Çarşamba

Durun! Onlar Beşiktaşlı Değil... di...

Sene 2005. İzmir’de “Holiganlar” ile ilgili bir belgesel yapıyoruz. Göztepeli bir taraftar Aydınspor deplasmanından dönerken yaptıkları bir eylemi anlatıyor. Aydınspor taraftarlarıyla kavga edip sinirlenen Göztepeliler dönüş yolunda bir tarlada gördükleri, siyah beyaz bir ineği bıçaklıyorlar, inek Aydınspor renklerini taşıdığı için (pigmentsel bir mevzu yani).

Hikaye doğru ama biz o gün bu hikayeyi belgesele koymamıştık. Bunun en büyük nedeni bu şiddet gösterisini yapanların kim olduğunu bilmememizden, anlatanın orada olduğuna inanmamızdan dolayıdır.

Tıpkı 16 Mayıs 1981’de oynanan ve 81.000 kişinin izlediği Karşıyaka Göztepe maçı ile ilgili konuştuğunuzda 1975 tarihinden önce doğan her İzmirlinin o maçta olduğunu iddia etmesi gibi.

Tıpkı ilerleyen günlerde 08 Kasım 2010 akşamı İstiklal Caddesi’nde Model Grubu üyelerine şiddet gösteren grubun içinde olduklarını söyleyecek binlerce Kasımpaşaspor taraftarı gibi.

Kimlik edinme isteği sistemin getirdiği olumsuzluklardan dolayı kendini koyacak yer bulamayan bir insanın yapabileceği en doğal harekettir. Kimi zaman siyasi oluşumlar, kimi zaman sosyal platformlar, kimi zaman STK’lar bu isteğe çabuk cevap verir. Takım taraftarlığı da tıpkı bir siyasi düşünce tarafı olmak gibidir. Daha zahmetsiz olduğu düşünülür. Oysa hem maddi hem de manevi zahmetlidir, bunun ötesinde tıpkı diğer kimliklerde olduğu gibi içerisinde şiddet barındırabilir

08 Kasım akşamı oynanan Beşiktaş-Kasımpaşa maçından sonra İstiklal Caddesi’nde, stüdyodan evlerine dönen Model Grubu’nun üyeleri bir grup Kasımpaşalı taraftarın şiddetine maruz kaldılar. Bir düşünceye göre üzerlerinde olan siyah beyaz giysilerden dolayıydı saldırı. Gruptan Aşkın Çolak ve Can Temiz, NTV’de katıldıkları Ana Haber’de farklı sebepleri olabileceğini de dile getirdiler (yanlış anlaşılma gibi).

Her ne olursa ortada bir şiddet vardır, ama… işte bu “AMA” o kadar çok şey anlatır ki. Bundan sonra olacaklar sağduyulu birinin görmek istemeyeceği şeylerdir. Bundan sonra ortalama futbol taraftarının her ortamda şiddeti kullanabileceği yanılgısı ortaya çıkar. Durum bundan ibaret değildir aslında.

Dünyada televizyon başına en çok izleyici toplayabilen (herhangi bir TV olayı arasında), en çok takipçisi olan, en çok paranın döndüğü spor dalı olan futboldan bahsediyoruz. Her kesimden insandan bahsediyoruz. Ben elbette yazının bundan sonrasında “Herkesi bir tutmayınız” ajitasyonuna girmeyeceğim aksine bizim şiddetle yıkanmış olduğumuz gerçeğinden bahsedeceğim.

Bizler yaklaşık 10 yıl arayla 3 askeri darbe, iki tane de darbemsi hareket gördük, bizler 30 yılı aşkın süredir karşılıklı on binlerce kişinin öldüğü Kürt sorunuyla iç içe yaşıyoruz, bizler, kimimizin “Hadise” kimimizin “Katliam” dediğimiz onlarca olayı tarihimizde barındırıyoruz, Ermenilere, Rumlara, homoseksüellere, travestilere ve daha nice kimliğe şiddetin dik alasını uyguladık… Biz şu çılgın Türkler trafikte, aile içinde, iş yerinde, okulda, yatakta, mesire yerlerinde şiddeti hiç gocunmadan kullanan bir milletiz. Hele bir de bir kimlik altına girmeyelim… Hele hele bir de bir grubun bir topluluğun sayılan sevilen üyesi olmaya çalışmayalım… Biz şiddeti her daim kullanırız, çünkü içimize işlendi bu kahrolmasıca şiddet.

Peki şimdi çıkıp bir grup Kasımpaşaspor taraftarının gösterdiği şiddet üzerinden birilerini suçlamaya mı çalışacağız?

Önce içinizdeki şiddeti yok edin… Ben de…

8 Kasım 2010 Pazartesi

İntikam Kimi Zaman Yenmemesi Gereken Bir Mezedir



Olay Brezilya Arjantin maçından önce meydana geliyor...

Arjantinli bir prezervatif firması maçtan önce aşağıdaki gibi bir reklama gidiyor.




Estamos pensando en la revancha "İntikamı düşünüyoruz" gibi bir laf.

Brezilya üzerine doğru gelen Arjantin'e gelişine çakıyor 3 adet... Maç 3-1 bittikten sonra Bu sefer Brezilya aşağıdaki reklama gidiyor... Bize de gülümsemek düşüyor...

Ve altına şöyle yazıyorlar: İlk defa olmadı, son da olmayacak...

2 Kasım 2010 Salı

Ödül Verilmeli Sizlere

Günün haberi Bursa'da yaşandı... (aslında "dünün" haberi ama benim yeni haberim oldu)
3 arkadaş bir fabrikanın bilgisayarlarını çalmaya karar verirler. Arkadaşlarımız çok zeki oldukları için bir kişiyi dışarıda nöbetçi bırakırlar.
Bilgisayar çalmak için içeri giren iki kişi fabrikada kasanın anahtarlarını bulurlar. Kasayı açtıklarında 4 milyon $ ile karşılaşırlar. Devlet Bahçeli'yi zerre örnek almamış iki hırsız, 4 milyon doların 3'e bölünmeyeceğini hisseder ve 2 milyon 400 bin dolarla dışarı çıkarlar. 2.400.000 $'ı 800.000'er $ olarak bölüşen üç kafadar dağılırlar. Ama diğer iki hırsız çok acayip akıllı olduğu için kalan 1.600.000 $'ı fabrika yakınlarında bir ağacın altına gömmüşlerdir. Bir ağacın altına dolar gömmek...
Neyse diğer iki arkadaş daha sonra ağacın altına gelirler ve yakalanırlar...

Sinirlenemiyorum bile... Kızamıyorum. Kime anlattıysam "Açgözlülüğün cezası" yorumunu yaptı. Yok arkadaş, bu salaklığın cezası.

Bir ağacın altına dolar gömmek nasıl bir deneyimdir, nasıl bir uygulamadır. Bir daha ki ay alacağım tüm maaşı dolara çevirip bir ağacın altına gömeceğim ama bana; 1.600.000 doları bir ağacın altına gömme hissini yaşatmayacağına eminim...

İşten en karlı çıkan kim? Tabi ki ilk etapta 800.000 $ alan ve kayıplara karışan, ağacın altında 1.600.000 dolar olduğunu bilmeyen gözcü. O bile arkadaşlarının böyle bir şey yapabileceğini tahmin edememiş...

Böylesi arkadaşlar edinerek hayatında bazı yanlışlara imza atana bu şahsın da yakın zamanda yakalanacağına neredeyse emin gibiyim...

Fakat asıl ödül kime gitmeli...
Fabrikasındaki kasayı kilitledikten sonra anahtarlarını gene fabrikada bırakan eşsiz insana geliyor ödül. Ne düşünüyordun o an çok merak ediyorum...