28 Ağustos 2012 Salı

Balkon Konuşması

Günün anlam ve önemine dair bir hikaye paylaşmak istedim sevgili arkadaşlar...

Bükreş'in en önemli binalarından biri şüphesiz "Halk Sarayı" da denilen Parlamento Binası. Romence adı Casa Poporului. Neredeyse tamamı Romanya'da üretilen materyellerden inşa edilmiş bu bina şu anda dünyanın en büyük binası olarak gösteriliyor. Aslında ben ölçmedim ama bu konuda şöyle diyorlar: Pentagon dünyanın en büyük binasıydı ama 11 Eylül saldırılarından sonra yıkılan bir kısmı tekrar inşa edilmediği için bu unvanı Halk sarayı aldı. öyle ya da böyle dünyanın en büyük iki yapısından biri olan bu binanın inşası için 1 milyon metre küp (sayıyla 1.000.000 m³) mermer kullanılmış. kristallerin, halıların, duvar bezemelerinin büyüklükleri ve estetikleri karşısında büyüleniyorsunuz.



Fakat bu kocaman yapının ihtişamı karşısında tam büyülenirken halkın saraya bakışıyla bir korkuya dönüşüyor. Hali hazırda "Bu kadar ihtişamlı bir insan yapısına ne gerek vardı?" diye düşünürken sarayın inşası sırasında ölen binlerce kişinin acı hatırası koca mermer yapıyı daha soğuk hale getiriyor sizler için.

Bugün bir kısmı Parlamento Binası, bir kısmı Sergi Sarayı, bir kısmı da Yabancı Suçlarla Mücadele Bürosu olarak kullanılan yapının yarısı hala boş. Bu muazzam büyüklükteki yapı bugün hala yaptıkları hakkında tartışmalar yaratan Nikolay Çavuşesku'nun eseri.

Halkından bihaber bir biçimde "Gençler şuraları yıkalım yeniden yapalım, ne dersiniz?" ya da "Kürtajı yasakladık, sırada buradan Tuna'ya kadar bir kanal açmak kaldı." şeklinde takılan Nikolay Çavuşesku bir gün, "Buradaki boş alana bir saray yapalım ama şöyle ferah olsun, gelenimiz gidenimiz oluyor biliyor musun." der ve olaylar gelişir.

Gücünü, iktidarını ihtişamlı bir binayla kanıtlamak isteyen Çavuşesku'nun en büyük hayali ise bu büyük sarayın balkonundan halka konuşma yapmakmış. Her fırsatta "Bu balkondan halkıma sesleneceğim, Romanya'nın kudretini buradan aktaracağım vatandaşlarıma." diyerek "Balkon Konuşması"nı iple çeken Çavuşesku'nun hayali halkın ayaklanmasıyla son bulur...

Helikopterinin benzini Târgovişte'ye kadar idare eder, orada onu bekleyen devrimci askerler ve halk hemen bir mahkeme düzenler... Hukuka uygunluğu tartışılamayacak kadar insaniyetten yoksun bir mahkeme sonrasında hemen idam mangası oluşturulur ve Çavuşesku ile eşi Elena kurşuna dizilir.

Belki son sözcükleri "Balkon Konuşmam" olmamıştır ama saray tamamlanamadığı ve o balkona çıkamadığı için eminim üzülmüştür Çavuşesku...

Demokrasi Romanya'nın ovalarını ısıtırken hayatın devam ettiğini anlayanlar "Hafız işi buraya kadar getirdik, bu sarayı bitirmezsek sarhoşu uğursuzu gelip inşaatı mekan beller. Bir el atın bitirelim şu laneti." der ve işe koyulur. Çavuşesku'nun idamından çok kısa bir zaman sonra inşaat biter.

Meşhur balkona kimse adım atmaz. Balkon boş saray soğuktur...

Yıllarca taşıdığı Demir Perde'nin ağırlığının yaralarını sarmaya çalışan Romanya'ya 1992 yılında bir misafir gelir. 7 yaşından 77 yaşına kadar herkes heyecanlıdır. Otopeni Havalimanı'ndan itibaren halk sokakları doldurur, sadece Bükreş değil, tüm Romanya konvoyun içindeki adamı görmek istemektedir.

Organizasyon komitesi, misafirin, halka yüksek ve geniş bir yerden el sallamasının çok yerinde olacağını düşünür...

Çavuşesku'nun Romanya'nin kudretini halkına açıklamak gibi büyük hayallerle inşa ettirdiği sarayın balkonu ilk defa kullanılacaktır.

Michael jackson balkona çıkar ve Romanya'yı selamlar...

17 Şubat 2012 Cuma

İş Bu Fotoğrafın Sırrı


Anlatayım arkadaşlar, anlatayım da ne kadar bahtsız olduğumu anlayın. Aslında bahtsız mı denmeli yoksa “KARMA” mı bilmiyorum artık ama karmanın başıma böyle bir şey getirebilmesi için ne kadar salakça bir kötülük yapmış olabildiğimi bilmiyorum… Ulan Bekir, bisikletini anahtarı olmayan bir kilitle direğe kilitlediğim için beddua etmiş olamazsın değil mi? Küçüktük oğlum o zamanlar…

Olay şöyle gelişti sevgili arkadaşlarım…

Bükreş sokaklarında tırım tırım gezerken… Kestik… tırım tırım gezmek falan yok gayet yorgunluktan cılkı çıkmış bir biçimde eve gitmek için otobüs bekliyorduk. Sabırsız ve yağız bir Türk delikanlısı olduğumdan otobüs durağının içinde bir aşağı bir yukarı yürüyorum. Yanımdaki 3 Romen güzeli ise ne yaptığıma anlam vermeye çalışıyorlar. Onlara anlatamam ki biz Anadolu delikanlıları otobüsü ayakta bekler, içine otururuz.

Bu arada havanın -20 santigrat derece ve ortalığın kar halinde olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. Sanırım işte tam da bu yüzden otobüs beklerken yürümek istiyordum. Soğuktan değerli popom üşümesin diye değil; yepyeni su geçirmeyen 4 mevsim ayakkabılarımla doğanın zulmüne meydan okuyorum…

Bir aşağıya bir yukarıya yürürken birden bir ses duydum: PIIIRÇÇIK

Hafif ışıkta aşağıya baktığımda pantolonumda yeşil yoğun bir sıvı olduğunu fark ettim… Saniyenin zilyonda biri bir zamanda aklıma gelen ilk şeyi paylaşayım: “Kurbağa ezdim.”

Avrupa’da son yılların en kara kışlarından biri yaşanırken, ortam kar altında ve Bükreş’in bütün gölleri donmuşken ben, son sağ kalmış ve otobüs durağına kadar ulaşabilmiş kurbağayı bulup üzerine basabilirim… Yeni aldığım 4 mevsim vibram taban ayakkabılarımla…

Ama hayır işin kokusu öyle değil. Maktulle yüzleşmek için ayakkabımı kaldırdığımda pantolonumdaki yeşil sıvının sebebini anladım. AKRİLİK BOYA… arkadaşım, sevgili Bükreşli arkadaşım. Allah adı verdim söyle hangi üstün zekalı insan kışın ortasında bir tüp akrilik boyayı otobüs durağının zeminine bırakır ki?

Veya doğru soru: Neden ben? Bekir senin işin mi bu? Doğru söyle, kızmayacağım.