23 Aralık 2009 Çarşamba

Anılar-1


Namık Kemal Zeybek'in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemler... Televizyonda bir tartışma programı izliyorum. Demirel ile Türki Cumhuriyetlere gezi düzenliyorlar, konu yanlış hatırlamıyorsam oradan buraya okumaya gelecek öğrenciler. Bir dizi anlaşma falan imzalanıyor yani. Olay anlattı Namık Kemal Zeybek:
Demirel ve Azerbaycan'lı yetkililer oturmuşlar, masada imzalar atılmış, bunun üzerine Azeri yetkili kalkıp kadehini kaldırıyor ve "Hepinizin anına koyim!" diyor... Ufak çapta uluslararası kriz çıkacakken bu deyimin "Anılarımızda yer etsin" manası taşıdığı anlaşılıyor...

Ben de benim anıma koymuş bazı hadiseleri burada yazacağım.

Beşinci sınıftayım, çok net hatırlıyorum çünkü o evde ben sadece beşinci sınıftayken oturmuştuk. Denizli'den yeni gelmişiz Antalya'ya. Yürüyerek okula gidip geliyorum. ilk dönem öğlenciydim, o zamanlar sabahçı öğlenci ayrımı yapılıyor okullarda...

Öğlen evde yemeği yiyip çıkıyorsun zaten, akşamüstü eve dönerken yolumuzun üstünde bir simit fırını var, sabah simitleri bayatlamış, simit arabalarıyla fırının önünde duruyor. O zaman simit 100 lira, "Abi" dedik, "25 liraya simit verir misin?"
Adam bütün babacanlığıyla "Çocuklar, size feda olsun" dedi. Çılgın atıyoruz... Her akşam dönüşte simidimizi alıp gidiyoruz.
İkinci dönem sabahçı oldum, zaten sabahleyin iki dakika daha fazla uyumak için kahvaltı bile edemiyoruz, öğlen yemeği için bize verilen parayı da atari gibi daha yararlı şeylere harcadığımız için (Hagar'da süpürürdüm milleti) para yok. Simitçi babacan amca da sabah simitlerini öyle bedavaya falan vermedi.
(Zaten sonradan beni çeşitli psikologlara taşıyan hamamböceği korkumun o simit fırınının yıkılışından sonra gördüğüm manzaradan kaynaklandığını öğrenmiştim psikanalitik bir kaç seanstan sonra, pis herif)

Anlayacağınız açız deliler gibi okuldan çıkar çıkmaz... eve koşmazsak açız yani...
Bir gün öğlen gene okuldan çıkmışım, zaten öğlen sıcağı ve Antalya, artı açız evin önüne gidiş ve kapının duvar olması iyiden iyiye bitirdi tabi beni.

Annem derdi ki; "Oğlum bak, kapıda falan kalırsan Durkadın Teyzeye çık onda otur, sokakta kalma"
Durkadın Teyze ve ailesi bizim maaile görüştüğümüz bir aile. Samimiyet iler düzey. Annemlerle ne zaman evlerine gitsek "Durkadın Teyze tatlı yok mu?" diye kadının başını şişirebiliyorum yani.
Ama o gün utanasım tuttu, bir inat... Çıkmıyorum kadının evine, ama açım aynı zamanda. Allah düşmanımı açlıkla terbiye etmesin arkadaş.
Yerde yarısı yenmiş, ya da emilmiş, bir topitop buluyorum. Çok net hatırlıyorum yeşil, yani elmalı. Bir dakika kadar baktıktan sonra haydi yallah diyor atıyorum ağzıma. Bir an olsun iğrenmiyor, büyük bir iştahla yiyorum üzerindeki toprakları üflemek suretiyle temizledikten sonra ağzıma attığım topitopu.

(Bu anımı geçtiğimiz günlerde Sena ile paylaşırken sonradan düşündüm ve sonrası geldi aklıma...
O yaşlarda salaklık paçamdan akıyor benim...)

Yapılan bu eylemden sonra başa gelen tek şey olabilir bilirsiniz; susamak. Antalya öğlen sıcağı, bir de üzerine şekeri yemişsin, bir susuzluk hasıl oldu. Sokakta büyümüş çocuk ne yapar susarsa? En yakın camiye gidilir. En yakın cami benim ufak adımlarıma göre baya uzak (O zamanlar Antalya'nın laikliği konusunda da yaklaşık tahminlerde bulunabiliriz yani). Tabi ki ben ne yapıyorum? Durkadın Teyzeye çıkıyorum.

"Durkadın Teyze iyi günler, annem evde yok, kapıda kaldım, çok susadım bana su verir misin?" dedim
"Ay oğlum, gel içeri yemek yemediysen bir şeyler hazırlayayım!!!"
"Yok sağol Durkadın Teyze şimdi yedim ben daha?" (buraya dikkat)
"Ne yedin oğlum dışarıda?"
Kamera Borga'nın gözlerinde sabitlenir, ekran kararır. Burada keseriz.

1 yorum:

  1. Ekmek arası simit yediğimiz Atatürk Parkı günlerini ve yar limanından Hıdırlık kulesine giden tehlikeli,şaraplı,kısa camel'lı günleri de yazmalısın.

    YanıtlaSil