4 Ocak 2010 Pazartesi

Neyi Ne Sanırdım-2

Daha önce SIZINFI bahsini incelemiştik, sanrılarım vardı benim... Hala var elbette, onları başka başlıkta inceleriz elbette ama burada çocukken zannettiğim, daha doğrusu yanlış zannettiğim şeyleri konuşuyoruz ya...

Baba beyimin memuriyeti yüzünden kah oraya kah buraya kahtalıyız bir zamanlar... Denizli'de oturuyoruz ilkokul dönemleri. Anne Hanım sıkılıyor Denizli denen denizsiz şehirden, malum Denizli'nin sadece tozu, kızı ve horozu meşhur, yazları benim karnemi almamla beraber koşuyoruz Antalya'ya dedemlerin yanına.
Ben karne harçlığımı aldığım gün bitiriyorum, başka şehirden (mevzu bahis şehir Denizli aslında Frankfurt ya da Rejkavik değil) gelmenin ağırlığını diğer mahle çocukları arasında kullanıyorum falan. Gecenin kör vakitlerine kadar dışarıda dolaşıp, milletin zillerine basıp kaçmalar, torpil atıp mahalleyi rahatsız etmeler, bilimum vandalca davranışlar falan en sonunda dedemin "Eve gel len keraaanacı" sesleri eşliğinde kuyruğu kıstırıp eve dönmeler ve pis bir şekilde yatağa girip horuldamalar... Hayatım böyle geçiyor ve öyle mesudum ki...

Gene gecenin bir körü eve gelmişim (şimdi o kadar geç kalsak neredeydin diye soracak bir sürü kişi olur), yatağa sirayet etmişim bir şekilde kapı çaldı. Hemen fırladım açtım kapıyı, dayım beyzade... Çok severdim dayımı... O gelince bir sevindirik oldum ki sormayın. Atladım sırtına, beni çeviriyor havalarda, türlü oyunlar yapıyor bana, küfür öğretiyor falan, eğleniyoruz bir şekilde... Dedem seslendi yattığı yataktan; "Gelsene len buraya dürzü" diye... Bilmeyenler için not: Anne tarafım Burdurlu... ve dedem Burdur şivesini layığıyla kullananlardandır hala...

Dedemle ben aynı odada kalıyoruz. Yataklarımız somya tabir edilen ve gündüzleri üzerlerine oturulan ama geceleri gayet yatak olan şeylerden, karşılıklı yatıyoruz somyalarımızda. Dayım dedemin yatağına doğru seyirtince çok seviniyorum, "Muhabbet benim yatağın civarında dönecek."

Dayım gidiyor, yatağından hafif doğrulmuş dedemin elini öpüyor, odada bulunan üçüncü somyaya oturuveriyor. dedem beline kadar doğrulmuş, ben de yatağa oturmuş, ikisine de hakim bir vaziyette muhabbeti dinliyorum.

"Anlat bizim oğlan ne gördün oralarda?" diyor dedem.
Dayım o zamanlar Ankara'da öğrenci, ve halk oyunları ile ilgileniyor. Yaptığı işte iyi olduğundan galiba, bir o memlekete, bir bu memlekete habire dolaşıyorlar ve halk oyunu festivallerine katılıyorlar. Yine o festival turnelerinden birinden gelmiş, neredeyse bütün Avrupa'yı dolaşmışlar.

"Babacığım işte gittik geldik, değişik tabi oralar. Ben Fransa'ya ilk defa gittim, orası pek bir güzelmiş, hele Paris gerçekten çok güzel, kızlar falan almış başını yürümüş" diye anlatıyor, dedem de kızları falan duydukça gevrek gevrek gülüyor, ben de nasıl keyifleniyorum, nasıl güzel ortam benim için tahayyül bile edemezsiniz siz sayın Atinalılar...

"Eeee!" diyor dedem, "Alamanya falan oralaada fazlaca durdunuz mu yoğsa hemen geceleri falan yol mu yaptınız?" diye de soruyor, o sordukça ben mest oluyorum muhabbet uzayacak ben de biraz daha dinleyeceğim diye...

"Yok be baba kaldık hep misafir ettiler bizi, çok iyi insanlar" diye anlatıyor... Dedem, "Öyledir oğlum öyledir tabi" diyor, ben korkuyorum muhabbet bitecek diye, Yalnız baba" diyor dayım tekrar şevkleniyorum ben, ekliyor "Bu taraf, Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk, Romanya falan bize çok benziyor ama oraları geçince çok değişiyor her şey"

Dedem "Eeee oğlum!" diyor ve ekliyor, "Tahrat musluğunun bittiği yerde Avrupa başlar" diyor ardından "Hadin gari yatın artık ben sabah namaza gitcem" diyor ve elini her zamanki gibi başının altına koyup yatıyor. Artık görebildiğim tek şey dedemin kasketi...

Dayım hemen sessizleşip "Borga ben içeride yatacağım sabaha konuşuruz" diyor ve gidiyor. Ben gece lambasının ışığında kafamda bir adet ama kocaman bir soru işareti ile kalakalıyorum odada...

"Tahrat Musluğu ne lan?"

Yattığım yerde düşünmeye başlıyorum... "Tahrat musluğunun bittiği yerde Avrupa başlar..." Avrupa... Avrupa...
Demek ki bu bir sınır...
İlkokula gidiyoruz demiştik o zamanlar. Her sınıfta bir Türkiye haritası var, sınırlarını ve komşularını da gösteriyor: Biliyorum Yunanistan, Bulgaristan falan bizim Avrupa'daki sınır komşularımız. İyi ama Bulgaristan falan bize benzerken, neden Tahrat Musluğunun başladığı yerde asıl Avrupa başlıyor. Dedemden daha mı iyi bileceğim ben be! O oralarda başlar diyorsa oralarda başlar Avrupa. Mütemadiyen tenefüse kadar "zil ne zaman çalacak acaba" diye düşündüğümden o aralar orayı kaçırmış olabilirim. Tahrat Musluğu ne?

İşte o an aklıma geliyor benim en güzel düşüncelerim... Hacer Şevken hocam geliyor aklıma, gece olmuş o dedemle benim yattığım odaya sızmış ve kocaman kafasını sallayarak anlatıyor bana sınırlarımızı. "Meriç nehri doğal bir sınır." diyor "Yunanistanla aramızda." Her şey aydınlanıyor. Teşekkür ediyorum Hacer hocama ta Denizli'lerden buraya kadar gelip gece gece bana ders verdiği için ve yatıyorum yatağıma güzelce... Tahrat Musluğunun ne olduğunu artık biliyorum...

Dönem Ödevi
İsim: Borga Engin
Numara: 642
Sınıf: 4-B
Ders: Tarih
Konu: Tahrat Musluğu

Tahrat Musluğu 1718 yılında imzalanan Pasarofça Anlaşması sonrası Venedikli Tüccarlara bir iyi niyet hediyesi niteliğinde, Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Mehmed tarafından yapılan, uzunluğu 300 metre olan ve üzerinde 600 adet küçük, 10 adet büyük musluk bulunduran mimari eserdir.

Eserin tamamının taştan yapılması ve o dönemde ilk defa pirinç boru kullanılarak tesisatının tamamlanmasının yanı sıra en büyük özelliği Romanya'nın Avrupa ile adeta bir doğal sınırını oluşturmasıdır.

İyi ki sanat tarihine az buçuk merakım vardı da üniversiteyi bitirdikten sonra bir sanat tarihi kitabı alıp şöyle bir göz gezdirmiştim ve avrupada bir tahrat musluğu aramıştım. Yok tabi öyle bir musluk... sonradan taharet musluğunun ne olduğunu öğrendim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder